TOPLUM YAŞAM 

ROL MODEL OLAMADIK; DERS OLUYORUZ!

Dün sabah Gama Recycle Yönetim Kurulu Başkanı Zafer Kaplan’ın bir sorusuyla düşünmeye başladım. Soru şuydu:

Küresel ısınmanın olumlu tarafları da olabilir mi?

Bu konuya o kadar uzun süre sorun olarak bakmışız ki onun yepyeni bir yaşam modeline adım ve bu açıdan insanlık için olumlu bir aşama olabileceği fikrini göz ardı edebiliyoruz.

Ya Nuh’un o bildiğimiz meşhur tufan hikâyesi vaktin bir döneminde yaşanmış bir başka küresel ısınma veya benzeri sorunun nesilden nesle aktarımı ise?

Ya soruları tersten sormaya başlarsak?

Örneğin:

Küresel ısınmayla değişecek ekolojinin, Darwin’in Evrim Teorisi’nde de ifade ettiği üzere uyum sağlayabilen türler olarak canlıların evrilmesine katkı koyabilmesi için neler yapmalıyız?

Ben konuşma sırasında “su kaynaklarının tükenmesi” derken, Zafer Bey beni hemen şöyle düzeltti:

Su kaynakları küresel ısınma ile azalmayacak; yanlış tüketimlerle yeraltı kaynaklarına talep artarken tam tersi şekilde artan nüfusa bağlı olarak kişi başına düşen su miktarı azalacak. Yoksa artan nemle birlikte yağışların artmasına da tanık olacağız…

Bu cevabın üzerine şu sözleri söyledim: Doğru soru sormak ne denli önemli!

Okuduğunuz bu yazı, yukarıda değindiğim konuşmanın zihnimde bir fikir jimnastiğine dönüşmesi sonucudur.

Öncelikle şunu kabul edelim: Ne yaparsak yapalım, toplu bir hastalık, savaş veya doğal afet olmadıkça nüfusun hızlı artışını ve buna bağlı sorunları kısa vadede çözümleyemeyeceğiz.

Çünkü bir anda 8 milyar insanı bilinçlendirerek eğitemeyeceğiz.

Milliyetçilik, dindarlık, ötekileştirme ve otokrasi her yerde artarken bir anda 8 milyar dünya vatandaşı için adil paylaşım sağlayamayacağız.

Bir anda 8 milyar kişi yaşam modelini sürdürülebilir yapmayacak; lüks yaşayan lüksünden vazgeçemeyeceği için bugünün üretim firmaları da bir anda “Haydi, sil baştan yapalım ve biz tüm üretimimizi değiştirelim” demeyecek!

Bu pes etmek anlamına gelmiyor, sakın yanlış anlaşılmasın. Tam tersine, herhangi sorun mümkünse ortaya çıkmadan tahmin edilmeli ve engellenmeli, ortaya çıkmaya başladığında zararı azaltılmanın önlemleri alınmalı ve nihayetinde o soruna çözüm bulunurken de durumdan bir avantaj elde etmenin yolu aranmalıdır! Her şey bittiğinde, bir sonraki nesiller için belki bir kültürel miras olarak ögesi ya da ders notu şeklinde öğrenilenler paylaşılmalıdır.

Fakat insanoğlu bugün eriştiği noktada, istese de istemese de, önlem alma aşamasını ardında bıraktı! Neden mi?

Birinci ve İkinci Dünya Savaşları’nı görmüş insanlar, 1950’lerle birlikte kıtlıktan çıkmış gibiydi. Altın çağ dediğimiz bu dönem, 1800’lerin sonunda başlayan ama dünya savaşlarıyla sekteye uğrayan sanayi devrimini canlandırmış, üretimi inanılmaz şekilde artırmıştı. Her ülke kalkınmaya çalışıyor, bir tarafa istikrar için barışı kurmaya çalışırken diğer tarafa kaybettiği nüfusu yerine koyuyor ve zenginleşmeye de bakıyordu.

Artan üretime eklenen teknolojik gelişmeler, üretimin satışı için yükselen reklam ve desteklediği tüketim toplumu ve alışkanlıkları gümbür gümbür büyümekteydi. Üstelik 1980’lere geldiğimizde durdurulamayan ya da sabitlenmeyen üretim, yeni pazarlara ihtiyaç duyarken Doğu Blok’u çöküverdi! Böylece dünya küresel bir tüketici topluma dönerken üreticiler zevkten dört köşeydi!

Fakat üretim varken, nüfus kat kat artarken ve dünya genelinde nüfusun doymayı ve durmayı bilmeyen tüketim alışkanlıkları yaygınlaşırken elbette bunun çevreye etkileri, başta çıkardığımız atık da olmak üzere kat kat artacaktı!

Sözün özü: Dünya değişiyordu, biz de değişmiştik…

Bazı aktivistler, bilim insanları, düşünürler dünyanın gideceği yeri fark ederek 1970’lerden itibaren örneğin “sıfır atık” kavramını tartışmaya açtılar. Ve bugün, “Anadolu Bilgeliği” olarak bizlerin 1980 öncesi yaşam alışkanlıklarımız, “sürdürülebilirlik” adı altında Batı’nın yeni keşfi olarak önümüze konmakta! “Artık önlem alma aşamasını geride bıraktık” derken kastettiğim buydu; alınabilecek önlemler alınabilseydi, 1970’lerde alınmaya başlanmalıydı. Olmadı, üretici kesim ve tüketici toplum; kısaca para dünyası buna izin vermedi…

Bugün zararı azaltmayla birlikte durumu avantaja çevirme ve gelecek nesillere bir ders bırakma sürecindeyiz. İşte, konuya bu açıdan bakınca Zafer Bey’in sorusu çok daha anlam kazanmakta!

Örneğin değişen ekolojik çevre sebebiyle buzullar tamamen erirken dünya genelinde artan yağışlara ve çölleşmeye tanık olacağız. Suyu belki göllerde değil, mağaralarda veya kuyularda bulacağız. Belki o denli sıcak olacak ki Kapadokya’da gördüğümüz üzere insanlar yerin altında yaşamayı seçecek!

Elbette artan sıcaklıkla birlikte bazı bitki türleri yok olacak, bazıları daha esnek olduğundan uyum sağlayarak yaşayabilecekleri farklı bölgelere gidecek ve bazı yeni türler de ortaya çıkacak. Fakat farkında olsak da olmasak da tropik ve çöl iklimlerinde yetişebilen meyve ve sebze düşündüğümüzden daha fazladır: Misal mango, ananas, papaya, avokado, muz, guava, bambu, yılan fasulyesi, patlıcan, acı kavun ve taro tropik iklimde yetişirken zeytin, nar, üzüm, incir, hurma, biber, kabak, kuru soğan, mercimek kuru iklimde yetişir…

Bir başka örnek olarak artan sıcaklık, klima kullanımını daha da artıracak. Fakat, tıpkı çocuklarımızı sokakta oynamaları yerine hijyen evlerde kimyasallara boğup onların bağışıklığını çökerttiğimiz gibi, klima kullanarak da artan sıcaklığa uyumlu insanlar olamayacağız. Bir tarafta artan sıcağa uyum sağlayamamış insanlar ve yakalanacakları ani veya uzun süreli hastalıklar, diğer tarafta klimaların çevreye vereceği hasarlar artacak…

Yani insan, değişen çevreye uyum sağlamakla çevreyi kendi yaşayabileceği koşula getirebileceğini sanmak arasında bir ayırımda! Ve doğa, insanı affetmez, affetmeyecek.

Dünya, özellikle insanın yaşaması için elverişli olmadı; hiçbir zaman doğanın insanı yaşatma çabası veya kaygısı da olmadı; tam tersine insan doğa var olduğu için varlığını sürdürmekte!

Klima örneğinden devam edelim:

İki seçeneğimiz var. Birincisi artan sıcaklıkla başa çıkmanın yolu olarak sıcaklığı dışarıda tutacak taş evler yapabilir, klima yerine basit bir fan kullanabilir, yemeklerimizde hafifliğe gidip bünyemizi sıcaklıkla baş edebilir hale getirebiliriz. Bunlar, zararı azaltmanın birkaç yolu.

Ya da alışkanlıklarımızdan vazgeçmeden klimaları daha uzun ve sık kullanır, benzer şekilde yemeye ve tüketmeye devam ederiz. Bu durumda dışarıdaki havayı daha da ısıtır ve inanılmaz bir enerji harcarız, içeri ve dışarıdaki hava aynı olamayacağından bir zaman sonra bize çok sıcak ve dayanılmaz geleceği için dışarıya çıkamaz oluruz ve klimanın her zaman temizlenemeyecek filtrelemelerinden türlü hastalıklara yakalanabiliriz. Bunlar da değişmezsek artacak zararın bazı sonuçları.

İşte, burada üreticilere ve tüketicilere farklı farklı sorumluluklar düşmekte… Bu sorumlulukları tek tek yazmaya gerek yok; sorumlu üretici bu değişen dünyanın farkında olarak farklı yaşam modeli için üretimini değiştirirken, sorumlu tüketici de en başta kendi yaşam tarzını değiştirmeden sürdürülebilir bir dünya olamayacağını bilir.

Avantaj; iş dünyası için yepyeni üretim ve iş alanları, doğa ve yaşamla iç içe inovasyonlar, sanayi devriminin durmadan seri üreten sıradanlığı yerine yaratıcı zihinlerle beslenen az ve öz, nitelikli üretimdir…

Avantaj; kendini bildi bileli arayış içinde olan insanın, nihayet kendini bilmeye fırsatı olmasıdır: Ya alışkanlıklarına köle olarak yok oluşunu izleyecek ya da kendisiyle birlikte gelecek nesilleri dönüştürecektir. Bir anlam arayışı vardıysa o da insanın doğasız yaşayamayacağı, doğadan üstün olmadığı ve ancak doğayı yaşadıkça yaşayacağının bilincine varmasıdır!

Bu hayattaki tek anlam, yaşatanın yaşayacağı bir bağlantısallıktır. Bu açıdan Gama Recycle’ın yaptığı iş ve Zafer Bey’in üstlendiği sorumluluk aslında en başta kendisinin sorduğu sorunun da cevabıdır. Ve evet, içinde yaşadığımız durum bir avantaja çevrilebilir. Bu avantajın en önemli getirisi de dönüşürken deneyimlediklerimiz, deneyimlerken öğrendiklerimiz ve öğrendiklerimizi de aktarma sürecimizdir.

Ve bizler, gelecek nesiller için rol model olamadık; o şansı 1970’lerde ardımızda bıraktık; bizler bugün gelecek nesiller için öğrenecekleri bir ders olmaktayız!

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar